Aşağıdaki kutuya e-posta adresinizi yazarak kataloğumuzu e-posta adresinize gönderebilirsiniz.
Birleşmiş Milletler istatistiklerine göre, 1950’lerde dünya nüfusunun sadece %29’u şehirlerde yaşarken bugün 2015’li yıllarda %52’ye çıkmış oluyor.
Ülkemizin bir gerçeği olan afet olgusu ve süregelen çarpık yapılaşma, imara aykırılık, kentlerin yeniden yapılanmasını zorunlu kılıyor. Uzun vadede daha yaşanabilir kentlerin oluşumu için bugünden çözümlerin üretilmesi ve uygulanması gerekmektedir.
Bugünün sorunları, yarının sorunları olmamalı. Bu nedenle, sürdürülebilir bir arazi yönetimi ve kullanımı ile uyumlu imar plan ve uygulamalarına ihtiyaç vardır. Bilindiği gibi imar uygulamaları, bir mülkiyet düzenlemesidir. Kentsel dönüşüm ise özellikli bir imar uygulamasıdır.
İmara aykırılığın en iyimser tahminle, %50 civarında olduğu söylenebilir. İmar yasa ve yönetmeliklerinin de bir bütünlükten yoksun olması ve sık sık değiştirilmesi başka bir sorundur.
Kentsel dönüşümü başarmak için öncelikle mülkiyet boyutunun ele alınarak irdelenip tartışılması mülkiyet ve mülkiyet hakkı ve onların kullanımı irdelenerek ülkemize en uygun ve modern çözüm altlıklarının hazır hale getirilmesi gerekmektedir. Mülkiyet olmadan, mülkiyet düzenlenmeden, mülkiyete ilişkin hukuksal ve hak sahipliği çözümlenmeden bu işin yapılması olanaksız ve çözüm olduğuna inanamazsak, kentsel dönüşüm hepimizin bildiği yap-sat ya da yık-sat mantığına dönüşür.
Günümüzde mesleki ve akademik alanda ve güncel medyada süregelen tüm tartışmalarda, modern, çağdaş ve yaşanabilir kentleri kuramadığımız belirtiliyor.
Ülkemizdeki kentsel dönüşüm çalışmaları, iddia edildiği gibi, yeni gündeme gelmiş ve yeni düşünülmüş uygulamalar değildir. Kentsel dönüşüm adı altında olmasa da, başka adlar altında, kentlerimizin iyileştirilmesi, sağlıklaştırılması ve modernleştirilmesi için, geçmişte birçok çaba harcanmış ve bu kapsamda mevzuat düzenlemeleri de yapılarak çeşitli uygulamalar gerçekleştirilmiştir.
Bu konudaki ilk düzenleme 1966 yılında yürürlüğe konulan 775 sayılı Gecekondu Kanunu’dur. Yeniden gecekondu yapımını önlemek için alınan tedbirlerin yanında, mevcut gecekonduların ıslahını ve tasfiyesini de düzenleyen 775 sayılı Gecekondu Kanunu, bir nevi, ülkemizdeki ilk kentsel dönüşüm kanunudur.
Daha sonra, 1984 yılında çıkarılan 2981 sayılı İmar Affı Kanunu’yla ve yine aynı yıl çıkarılan 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu’yla kentlerin iyileştirilmesi için çaba gösterilmiştir.
Ülkemizde kentlerimizin sağlıklı gelişmesi için bu kadar çok mevzuat düzenlenmesi yapılması buna rağmen istenen modern kentlerin kurulamaması, aslında ülke olarak kentlerimiz için bir şeyler yapmaya çalıştığımızın fakat, ne yapacağımızı tam olarak bilemediğimizin, kentleşme stratejimizin olmadığının en açık göstergesidir.
Kentsel dönüşüm amaçlı düzenlemelerden en güncel ve kapsamlı olanını yani 6306 sayılı Afet Risk Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’u birkaç yönden değerlendirmek gerekir ise;
6306 sayılı Kanun bir taraftan riskli alanların dönüştürülmesini hedeflerken, diğer taraftan da imar affı getiriyor. Yani kendi içinde bile uzlaşmaz çelişki içindedir.
Ülkemizde, kar için rant için, kentsel dönüşüm adıyla mahallesinden sürülen yoksul insanlar, inşaat çılgınlığıyla güneşi, parkları, ağaçları çalınan kentliler çözüm bekliyor.
Ülkemizde kentsel dönüşüm konusu sorunlu bir alandır. Toplum, ‘Kentsel Dönüşüm’ uygulamalarına yeterince güven duymamaktadır. Bunu gizlemek, görmezden gelmek ya da sorunları görüyormuş da çözüyormuş gibi yapmak kökünden yanlıştır.
Dolayısıyla, kentsel dönüşüme dair bir kuşkulu yaklaşım ve bir güvensizlik ortamının toplumda oluştuğunu tespit etmek durumundayız.
Bu nedenle, sorunların giderilmesi ve ihtiyaçlara cevap veren stratejilerin geliştirilebilmesinde ‘Kentsel Dönüşüm’ sürecinde rol alan bütün aktörlere, tüm kamu kurum ve kuruluşlarına, belediyelere büyük sorumluluklar düşmektedir.
Dünya nüfusunun yarısından fazlasının şehirlerde yaşıyor olması ve bu oranın her geçen gün daha da artıyor olması şehirlerimizin, insan yaşamının merkezi haline geldiğini göstermektedir. Ekonomik açıdan yaşam standartlarında artış imkânı sağlayan şehirleşme, küresel ısınma, çevre kirliliği ve doğal kaynakların azalması gibi sorunları da beraberinde getirmektedir. Bu doğrultuda ekonomik ve ekolojik dengenin gözetilerek insan yaşamının gereksinimi olan yeşil alanların, doğal çevrenin yer aldığı bir kapsamda şehirlerimizi oluşturmalıyız.
Şehirlerimizin yapılanmasında, kentsel dönüşüm hamlesinin planlama bağlamında bütüncül olarak değerlendirilmesi ve uygulamaların sonuçlarının ele alınması ve takip edilmesi önem arz etmektedir.
Sadece bina düzeyinde bir kentsel dönüşümden ziyade sosyal boyutuyla birlikte yaşam kalitesini arttıran, kaynakları etkin kullanan ve uzlaşmacı bir anlayışla planlama ve kentsel dönüşüm ilişkisini kuran bütüncül bir dönüşümdür. Bu bağlamda kentsel dönüşümü, mekansal planlama anlayışımız çerçevesinde, ekolojik, ekonomik ve sosyal ayakları ile birlikte üst ölçek planlama, arazi kullanımı, kamusal alanların tasarımı, ulaşım ilişkileri, risk, toplumsal gelişim ve ekonomik kalkınma boyutlarıyla birlikte değerlendirmekte ve uygulamalarımızı bu yönde sürdürmeliyiz.
Konut politikası ile şehirleşme politikasının makro-ekonomik bağlamda ele alınarak, kentsel dönüşüm sürecinin bütüncül bir mevzuat çerçevesinde ve planlama ile eşgüdümlü olarak ele alınması gerekmektedir. Bu kapsamda kentsel dönüşümü, planlamaya bir alternatif olarak görmekten ziyade şehir planlamasını bütünleyen bir araç olarak görmekteyiz. Bu anlayışla kentsel dönüşümü, sosyal, kültürel, kırsal, kentsel ve diğer tüm değerlerin arttırılmasına ilişkin bir stratejik çerçeve içinde değerlendirilmelidir.
Bilindiği üzere ülkemiz çok sayıda doğal ve kültürel zenginliklere sahiptir. Ancak küreselleşen çevre sorunlarının ve çevresel baskıların her geçen gün arttığı dünyamızda doğal ve kültürel değerlerin korunması konusunda hepimize büyük görevler düşmektedir.
Kentsel dönüşüm, kentteki sorunlu alanların, sağlıklı ve yaşanabilir hale getirilmesi için yenilenmesi, canlandırılması ve sağlıklılaştırılmasıdır. Bir kentin dokusunu bozan sorunların giderilmesi olarak da tanımlanabilir.
Kentsel dönüşüm projeleri, sağlıklı koşullarda yaşamanın ve planlı şehirleşmenin sağladığı sayısız imkanın yanı sıra dışlanmışlığı önleme, elverişsiz koşullarda yaşayan kişilere daha saygın bir kimlik fırsatı tanımada da son derece faydalıdır.
Şöyle bir geçmişe baktığımızda, şehirlerimizde maalesef 1940’lardan sonra kimliksiz, felsefesiz, hudutsuz bir gelişim görüyoruz ve şehirlerimiz, metropollerimiz adeta birer nekropole dönüşmüş durumda. Osmanlı şehir kimliği yeni yüzyılda hemen hemen yok olmuş ve yeni bir kimlik doğru düzgün üretilememiştir.
Bu sebeple Türkiye’nin artık yeni bir kentsel Rönesans dönemi başlatması, şehircilikten mühendisliğe, mimarlığa geçilmesi zamanıdır. Bütünleşik kentsel geliştirme stratejileri hazırlanmalı ve ulusal arazi kullanımı stratejisi gibi yeni stratejileri de hep birlikte, oluşturmalıyız.
Kentsel dönüşüm projeleri; kent ölçeğinde, makro ölçekte ve bütüncül yaklaşımla ele alınıp, birbirini tamamlayan bir sistematik yapı içerdiğinde ancak bir anlam ifade eder. Kentsel dönüşüm projeleri ile üretilecek mekânlar hem depremle yıkılabilecek konutların hem de kentlerin olası konut gereksinmesini karşılayacak biçimde düşünülmelidir. İvedilikle mevcut konut durumuna ilişkin dayanıklılık, değer sahiplik ve kullanım dökümleri yapılmalı, kent genelinde, mülkiyet analizleri ile birlikte kentsel dönüşüm planlarına altlık teşkil edecek şekilde taşınmaz malların genel envanterlerinin çıkartılması karar vermede büyük öneme sahiptir.
Finansmanı olmayan, fizibilitesi yapılmayan; yani yapılabilir, edilebilir olmayan, geniş bir uzlaşı sağlanamamış projelerin ilan edilmemesi kamuoyu ile paylaşılmaması yerel yönetimlere olan güveni arttıracaktır.
Bildiğiniz gibi bir kent sadece binalardan, yollardan, köprülerden, meydanlardan ve benzeri şeylerden oluşmaz. Dönüşüm dediğimiz şey de bunların yıkılıp yapılmasından ibaret değildir. Çünkü kentler, her şeyden önce insanlar için bir yaşam çevresidir, insanlar için doğal yaşamın bir parçasıdır ve öyle kalmayı da sürdürmek zorundadır.
Kentlerimizdeki insanlar beton yığınları ile asfalt yüzeyler arasında, çaresiz bir şekilde, sıkışmış kalmışlardır. Kentlerimizdeki insanlar arasında uçurum diye nitelendirilebilecek bir gelir farklılaşması da olmuştur.
Kentsel dönüşüm denilen şey, yukarıdan beri özetlemeye çalıştığım tüm hususların birlikte düşünülerek, aceleye getirilmeden, yık-yapa indirgenmeden, insan odaklı yürütülmesi gereken bir süreçtir. Kentsel dönüşümde hedef nokta sağlıksız çarpık yapılaşmadan, sağlıklı çarpık yapılaşmaya geçiş değildir. Aksine sosyolojik ve kültürel boyutlarıyla birlikte kapsamlı bir kentsel dönüşüm hamlesiyle yaşanabilir bir çevre ve estetik şehirlere ulaşması hedeflenmektedir.
Bir deprem ülkesi olma gerçeğinden hareketle devletin Anayasal görevlerinden biri olan sağlıklı, güvenli ve yaşanabilir kentler kurabilmek ve yaşanabilir çevre oluşturmak için sağlıklı yapı üretiminin zorunluluğu herkesin üzerinde odaklaştığı bir konudur.
Devlet Anayasal görevlerinden biri olan sağlıklı, güvenli ve yaşanabilir kentler kurmak için doğal varlıkları, ekolojik, tarihi ve kültürel toplumsal değerleri koruyan, yaşatan ve geliştiren bir arazi kullanımı ve yerleşim politikası temelinde bütüncül planlama yaklaşımı ile çevreyi gözeten, dönüşüm alanlarında yaşayanların ihtiyaçlarını göz önüne alan, insanı ve insanca yaşamayı hedefine koyan bir planlama süreci acil olarak aslında başlatılmalıdır.